02 Mayıs 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / KUR’AN AÇISINDAN MESCİD GERÇEĞİ
KUR’AN AÇISINDAN MESCİD GERÇEĞİ

KUR’AN AÇISINDAN MESCİD GERÇEĞİ HÜSEYİN KERİM ECE

Türkçe’de büyük mescitler için kullanılan ‘câmi’ kelimesi, Kur’an’da geçmemektedir.

Ancak ‘mescid’ kelimesi ise yirmi iki defa tekil olarak, ‘mesâcid’ şeklinde çoğul olarak da altı defa geçiyor.

 

Bunlardan 15 tanesi Kâ’be’nin içinde bulunduğu mescidin özel ismi,“Mescidu’l-Haram” olarak yer alıyor. Bunların iki tanesi Mekkî, on üç tanesi, Medenî sûrelerdedir. ‘Mescid’ tekil ve çoğul olarak 4 tanesi Mekkî, 7 tanesi Medenî sûrelerde bulunmaktadır.

 

Mescid kelimesinin aslı; secde etmek, öne eğilmek, aşağıya bükülmek, kendini alçaltmak, gururunu kırmak anlamındaki ‘se-de-ce’ fiilidir.1

 

‘Se-ce-de’ ve aynı kökten türeyen kelimeler, Kur’an’da gerek ‘boyun eğme’anlamında, gerekse terim manasıyla, seksen bir âyette geçmektedir.  

 

Bunun masdarı olan secde; Allah’ın karşısında kendini alçaltma, gururunu kırma, O’nun önünde yere kapanma demektir.  İnsanı hayvanları ve cansızları kapsayan genel manası vardır. Bu da iki çeşittir: İhtiyari (isteğe bağlı): Bu sadece insana mahsustur. İnsan kendi tercihi ile Rabbine secde eder ve sevabını alır. Ey iman edenler! Rüku edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. (Hac 22/77. Ayrıca bakınız: Necm 53/62) Burada, “Allah karşısında kendini alçaltın, alçak tutun, gururunuzu kılın” deniliyor.

 

İkincisi; Teshirî (zorunlu); Allah’ın (c.c.) belli bir amaç için yaratıklara boyun eğdirmesidir. Bu da insan, hayvanlar ve cansızlar için geçerlidir. Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.” (Ra’d 13/15. Ayrıca bakınız: Nahl 16/48, 49. Rahman 55/6) Bu secde aynı zamanda insan da dahil olmak üzere canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’ın koyduğu yasalara boyun eğmesi demektir.

 

Fıkıhta secde (çoğulu: sücûd); namazın iyi bilinen rüknüdür. Terim olarak namazda alın, burun, el ayaları, dizler ve ayak parmakları zemine değecek şekilde yere kapanmayı ifade eder.2 Bu da müslümanlara farzdır. Secdenin farz oluşu Kur’an (Hac 22/77) ve Peygamberin sahih sünnetiyle sabittir.2 (Buhârî, Ezan/134, 137 no: 812, 815. Müslim, Salât/226-230 no: 1094-1098) Secde Allah’a karşı hurmet, itaat ve tevazunun en güzel ifadesi, insanın mânen Allah’a en yakın olabileceği andır. Peygamber (s.a.s.); “Kulun rabbine en yakın olduğu an secdeye varmış olduğu andır. Secdede duayı çokça yapın” buyurmuştur.3

 

Bunun yanında secde, Kur’an (tilâvet) secdelerine ve şükür secdelerine özel isim olarak tahsis edilmiştir.  Kimilerine göre bununla namaz da kasdedilmiştir. (Kaf, 40) Araplar kuşluk namazını ‘secdetü’d-dûhâ veya ‘sücûdu’d-dûhâ’ diye isimlendirirler.4

 

‘Mescid’  ismi-mekan (yer ismi) kalıbıdır. Secde edilen yer demektir.

 

Kur’an’da Mescid-i Haram

 

Kâ’be’nin ortasında bulunduğu mabedin özel adı, Mescid-i Haram’dır. Kur’an farklı vesilelerle Mescid-i Haram’dan bahsediyor. Şöyleki:

 

Mescid-i Haram’ın Kur’an’da ilk defa Peygamber’in (s.a.s.) isrâ ve mirac yolculuğu dolaysıyla Mekkî olan İsrâsûresinde geçtiğini görüyoruz:

 

“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ, 17/1)

 

Hac sûresi 25. ve 37. âyetlerinde Mescid-i Haram’ın insanlık için önemli bir merkez olduğunu söylendikten sonra, Hz. İbrahim’in  (a.s.) Ka’be’nin yanına yerleştirilmesinden, hacca davet, hac ibadetinin öneminden ve kurban ibadetinden bahsediliyor.

 

“İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit (kıble veya mabed) kıldığımız Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoymaya kalkanlar (şunubilmeliler ki) kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız.” (Hac, 22/25)

 

Mescid-i Haram’ın bulunduğu yerde yaşayanlar, orayı kendilerine mahsus kılma hakları yoktur. Zira orası mahalli değil evrensel bir merkezdir.  Bu âyette hem inkâr edenler, hem de insanların Mescid-i Haram’a, ya da ona benzer ibadet yerlerine gitmelerine engel olanlar kınanıyor. Yaptıkları bu hataya karşılık acı bir azabı hak ederler. Bu âyetin Mekke’de indiğini kabul edenler, buradaki kasdın müşriklerin Hicretten önce müslümanların Kâ’be’de ibadet etmelerini engellemeleri olduğu görüşünü benimserler.5

 

Haram aylarda savaşmak büyük günahtır. Ancak Allah yolundan çevirmek ve iman edenlerin Mescid-i Haram’ı ziyaret etmelerine engel olmak, halkını haksız yere oradan çıkarmak Allah katında daha büyük günahtır. (Bakara, 2/217) 

 

Allah (c.c.) iman edenlere kendisinin koyduğu dini işaretlerine (sembollere), haram aya, kurbanlara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelmiş kimselere  saygısızlık etmemelerini,  daha önce kendilerini Mescid-i Haram'a girmelerini engellere kin besleyip adaletsizlik yapmamalarını emrediyor. (Mâide, 5/2)

 

Orası Allah (c.c.) tarafından Müslümanlar için, kıyamete kadar kıble yapılmıştır.  Kıble, namaz kılarken kendisine doğru dönülen özel mekân, yani Mescid-i Haram’ın içinde bulunan Kâ’be demektir. Namaz kılarken Kâ’be’ye doğru dönmeye ‘istikbal-i kıble’ denir.

 

“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin...” (Bakara, 2/144. Ayrıca bakınız: Bakara 2/149, 150)

Kur’an Kâ’be’nin yeryüzünde ilk ma’bed olduğunu söylüyor: “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabed), Mekke'deki (Kâ’be)dir.” (Âl-i İmran, 3/96)

 

İlk mabed olan Kâ’be Hz. İbrahim tarafından Tevhid’in merkezi, hac mekânı ve kıble olarak yeniden inşa edildi. Dolaysıyla Allah adına yapılan bu mabedin kıble olması en doğru olandı. Böylece kıyamete kadar gelecek mü’minler namazda oraya yönelecekler, hac için oraya gidecekler ve böylece orası mü’min yürekler için bir tevhid odağı haline gelecekti.

 

Peygamber (s.a.s.) bu âyetler gelinceye kadar namazda Kudüs’e doğru yöneliyordu. Ancak gönlünden Ka’be’nin (Mescid-i Haram’ın) kıble olmasını arzu ediyor, bunun için dua ediyordu. Bu âyetlerle birlikte Peygamber (s.a.s.) namazda Mescid-i Haram’a yöneldi. “... Eymüslümanlar!) Siz de neredeolursanızolun, (namazda) yüzlerinizi o tarafaçevirin…”emriyle de bütün müslümanlar orasını kıble edinmek zorundalar.

 

Müslümanlara saldıranlara karşı onların savunma yapmaları, saldırganları cezalandırmaya hakları vardır; nerede olursa olsun. Ancak düşmanlar Mescid-i Haramda müslümanlarla savaşmadıkları sürece müslümanlar da onlarla savaşmamalı. (Bakara, 2/191)

 

Hacca Mescid-i Haram’ın uzağından gelenler, kurban kesmeden başlarını traş etmezler. Eğer hasta veya başından bir rahatsızlığı olursa fidye olarak bir kurban kesmesi, ya da üçgün Mekke’de, yedigün de memleketine dönüşünde, yedi gün oruç tutması gerekir.” (Bakara, 2/196)

 

Mekkeliler İslâm öncesinde Kâ’be’yi ziyarete gelenleri engellemek şöyle dursun, onlara hizmet etmeyi şerefbilirlerdi. Ancak Hicretin 5. Yılında Mescid-i Haram’ıziyaretiçin gelen Peygamber’i ve sahabeleri cahiliyye gayretinden kaynaklanan kin ve düşmanlık sebebiyle engellediler. (Fetih 48/25) Ancak takip eden âyette Allah (c.c.) onlara yakınzamanda orayı hac ve umre için ziyaret edebileceklerini müjdeliyor:

 

 “Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş vekısaltmışolarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz…” (Fetih, 48/27)

 

Halbuki vahiy geldiği, kendileri Tevhid dinine davet edildikleri müşrik kalmaya devam eden, hatta Peygamberin hak davetiyle mücadele eden müşriklerin Mescid-i Haram’ın velileri (dostları, bakıcıları) olması mümkün değildir. Oranın dostları ve hizmet karları takva sahipleridir. (Enfal 8/34)O zaman Mekkeli müşrikler iman etmeyerine Mescid-i Haram’ı onarmayı, ya da hacılara su dağıtmayı marifet sayıyorlardı. Halbuki Allah katında Âhirete iman edenlerin ve Allah yolunda çaba gösterenlerin tutumu daha değerlidir. (Tevbe, 9/19)

 

Allah (c.c.) şu ayetiyle müşriklerin Mekke’nin Fethinden sonra ebediyyen Mescid-i Haram’a, yani sınırları belli Harem bölgesine girmelerini haram kıldı:

 

“Eyimanedenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/28)

 

Zaten İbrahim (a.s.) de orası için dua etmiş, belli ki duası kabul edilmişti:

“Ve İbrahim “EyRabbim!” diye yalvardı, “Burayı emin bir bölge yap ve halkından Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman edenlere bereketli rızıklar bağışla…” (Bakara, 2/126)

 

Kur’an Ka’beyi Beyt Kelimesi ile de Anlatıyor

 

Meskene (konuta) gecelemek hesaba katılmaksızın ‘beyt-ev’ denir. Kur’an’da ‘beyt’ kelimesi tek başına ve isim takısı ile (muzaf) olarak 28 âyette geçiyor. Bunlardan yedi tanesi Kâ’be’yi işaret ediyor. Bunlardan biri hariç (Âl-i İmran 3/96) diğerleri belirlilik takısı ile ‘el-Beyt’ tarzında geçmektedir (Bakara 2/125, 127, 158. Âli İmran 3/97. Enfal 8/35. Hac 22/26), iki âyette de ‘beytî-benim evim’ (Bakara, 2/125. Hac, 22/26), başka bir âyette İbrahim Peygamberin dilinden ‘Beytike/Senin evin’ (İbrahim 15/37), bir âyette Beytu’l-Haram (Maide 5/2, 97)şeklinde geçiyor. Bu demektir ki ‘el-Beyt’ sıradan bir ev değil, Allah’ın kendisine ‘Ev’ dediği yeryüzünde Allah adına yapılan ilk mâbed Kâ’bedir. Bu nedenle müslümanlar Kâ’be’ye Beytullah/Allah’ın Evi demektedir.

 

El-Beyt’in-Ev’in’ Kâ’be olduğu zaten âyetle sabit:

 

Allah, Kâbe'yi, o Beytu'l-Harâm'ı bütün insanlık için bir sembol kıldı. Ve (aynı şekilde) kutsal (hac) ayı ve boyunlarında takı olan kurbanlıklar, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyden haberdar olduğunu ve Allah'ın her şeyin tam bilgisine sahip bulunduğunu size anlatmayı amaçla (yan sembollerdi)r. (Maide, 5/97)

 

Kureyş Suresinde şöyle deniliyor:

 

“(Hiç değilse kendilerini) Kureyş'i 'bir araya getirip anlaştırdığı, Yaz ve kış yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu ya da başkalarıyla) ısındırıp yakınlaştırdığı için. O halde bu Ev'in (Kâ’be’nin) Rabbine kulluk etsinler, O ki, aç kalmasınlar diye onları beslemiş ve tehlikelerden emin kılmıştır.”

 

Tefsir otoritelerine göre de buradaki ‘el-Beyt-Ev’den maksat Kâ’bedir.6 

 

El-Beyt mü’minler için bir güven ve diriliş yeridir. “ O zaman Biz Beyt'i (Kâ'be'yi) insanlara sevap kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Öyleyse İbrahim makamının namazgâh (veya ibadet eyeri) edinin... ” (Bakara, 2/125)

 

Beyt, iki âyette ‘Beytu’l-Haram-Dokunulmaz/Kutsal Ev’ (Mâide 5/2, 97), iki âyette ‘Beytu’l-Atîk-Eski Mabed’ (Hac 22/29, 33) formunda geliyor.

 

Kâ’be’nin ve mescitlerin beytullah (Allah’ın evi) diye nitelenmesi, onların mü’minlerin dinî ve ahlakî kişiliklerini koruyan, onları Allah’a yaklaştıran ve kendisine sığınılan güvenli (harem), içinde ibadet edilen yerler olması sebebiyledir.

 

-Kur’an’da Mescid

 

Kur’an, batıl inanç ve çirkin uygulamaları, Allah’ın ‘fâhişe’ dediği çirkinlikleri yanlış olduğunu kabul etmeyenleri ve üstelik “bunları bize Allah emretti” diye bilgisizce konuşanları kınıyor. Ve onların iddialarına karşı şöyle buyuruyor: “De ki: Rabbim adaleti emretti. Her mescidte yüzlerinizi O'na çevirin ve dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz.” (A’raf 7/29) Burada mescid, secde edilen yerler veya secde ettiğiniz zaman şeklinde de anlaşılmıştır.7

 

Hz. Musa’dan sonra İsraioğulları Babillilerin esaretine girmişlerdi. Babilliler Kudüs mabedini yıkıp onları sürgün etmişlerdi. Bu esaretten kurtulan İsrailoğulları yeniden Filistin’e dönüp yerleştiler, Kudüs’ü ve Süleyman mabedini yeniden inşa ettiler. Ancak bu parlak dönemin ardından aralarında ihtilaflar, çeşitli siyasi çekişmeler, iktidar mücaleleri başlamış. Romalılar onlardan bir grupla işbirliği yapıp Kudüs’ü ele geçirip tahrip etmişler ve onların hakimiyetlerine son vermişler. İkinci defa yapılan Süleyman mabedini de yıkmışlar. İsrâ 7. âyette bu felakate işaret ediliyor.8

 

Âyette geçen ‘mescid’in Süleyman mabedi (Beytu’l-Mukaddes)olduğu kaynaklarda geçiyor.9

 

Allah (c.c.) Ashab-ı Kehf’in durumunu insanlardan bazılarına bildirdi ki “yeniden diriliş”in hak olduğuna inansınlar. Bu insanlardan bir kısmı onların üzerine bina yapalım dediler. Ama “Ashab-ı Kehf’in durumuna vakıf olanlar ise: "Bizler, kesinlikle onların yanıbaşlarına bir mescityapacağız” dediler.” (Kehf, 18/21)

 

Bir âyette şöyle buyuruluyor: “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının. Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (A’raf 7/31) Zinet; “... ister bu dünyada, ister öteki dünyada olsun, insanın itibar ve onuruna gölge düşürmeyen, ona yakışıksız, pejmürde bir görünüş vermeyen, tersine onu güzelleştiren, yalınlaştıran şey”. Demek ki terim, sözcüğün hem cismanî hem de ahlakî çağrışımları içinde, güzel olan şeyi ifade ediyor.”10 

 

Müşrikler, Ka’be’yi çıplak tavaf eder, bazı gıdaları kendilerine haram sayar, bunun da inancın gereği olduğunu kabul ederlerdi. Âyet hem bu batıl uygulamayı kaldırıyor, hem de ibadet yerlerini ziyaret ederken ve ibadet ederken giyinmeyi farz kılmakta, hakkında haram olmayan yiyecekleri yemenin de serbest olduğunu bildirmektedir.11  Bu âyette âyetteki mescid bilinen mescid (cami’) veya secde etme ibadeti olarak anlaşılmıştır.12  Âyetteki“Her mescitte ziynetinizi takının” kısmı da; “her mescide gidişinizde güzel elbiselerinizi giyinin, ya da namaz kılacağınız zaman elbise giyinin (setr-i avret) yapın” şeklinde de tefsir edilmiştir.13

 

Kur’an, ‘mesacid-mescidler’ kelimesini bir âyette Ramazanda yapılan itikâf ibadeti dolaysıyla kullanıyor. Zira erkek mü’minler bu ibadeti camilerde yaparlar. (Bakara, 2/187)

 

Kur’an munafıkların Peygamber (s.a.s.) zamanında Medine’de, ondan izinsiz yaptıkları mescide ‘mescid-i dırar’ demektedir. Onlar bu yapı ile müslümanlara zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak için yaptılar. Arkasından da “(Bununla) iyilikten başka birşey istemedik” diye yemin ettiler. (Tevbe 9/107) Allah (c.c.) Peygamber’e şöyle emretti: “Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescidte namaz kılman elbette daha doğrudur...” (Tevbe 9/108)

Bugün müslümanlar arasına fitne sokmak, tefrika çıkarmak, dini kullanıp kişi, grup ve iktidar sahiplerine çıkar sağlamak için yapılan yapılar, mescid adını alsalar da mescid-i dırar olabilirler.

 

Kur’an “Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır...” buyuruyor. (Bakara, 2/114) Demek ki her şekilde olsun, iman edenlerin mescidlere gitmelerini engellemek, camilerin kapıları açık olduğu halde onlara giden yolları kapatmak, ya da oralara gidecek müslümanların yetişmemeleri için çaba göstermek, mescidleri harap etmek zulmün ta kendisidir.

 

İnsanlardan bazıları o kadar zalimdirler ki içlerinde ibadet edilen yerleri tahrip etmekten geri durmazlar. Ancak Allah (c.c.) onların zulümlerini farklı gruplarla def’ eder. “... Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi..” (Hac, 22/40)

 

Mescidler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin)” (Cin 72/18) Buradaki mescidlerden maksat ibadet mahalleri, ya da ibadet faaliyetidir.14  

 

“Âyetteki ‘mescidler’ kelimesi şu şekillerde tefsir edilmiştir:

 

1) Namaz kılmak için bina edilmiş yerler

 

2) Namaz ve ibadet yalnız camilere ve belli yerlere hasredilmiş olmadığından bütün yeryüzü

 

3) Kâ’be’ni nütün mescidlerin kıblesi olduğundan

 

4) Secdeye temas eden uzuvlar.”15 

 

Bazılarına göre burada yeryüzü kasd edilmiştir. Bir rivayette geçtiğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:

 

“... yeryüzü benim için mescid ve temiz (ya da temizleyici) kılındı...”16  

 

Bir âyette mescid adı geçmeksizin Allah’ın adının anıldığı evlerden (mabedlerden) bahsediliyor. (Nûr, 24/36-37)

 

Son Söz

 

Mescidler, müslümanların hayatlarının ve toplumlarının merkezindedir. Mescidlere cami’ denilmesi, onların fonksiyonları ile ilgilidir. Cami’; toplayan, bir araya getiren demektir. Mescidler de müslümanları bir araya topladığı için kendilerine bu isim verilmiştir. Gerçekte onlar, İslâm ümmetini fizikî ve duygusal olarak tevhid eden (bir araya getiren) yerlerdir.

 

En ideal İslâmî hayat Peygamber Hz. Muhammed’in yaşadığı hayat olduğuna göre, en ideal mescid tipi de O’nun Hicretten hemen sonra yaptırdığı ve Kur’an’ın takva üzerine kurulu mescid diye övdüğü (Tevbe 9/108) Mescidü’n-Nebi’dir. O mescidin özelliklerini hatırlarsak, zamanımızdaki cami’lerin nasıl olması gerektiğini de anlamış oluruz.

 

Mescidler İslâm toplumunda pasif ve kuru birer bina değil, aktif faaliyetlerin yapıldığı, çok yönlü kullanılan işlevsel binalardır. Atalarımız, yukarıdaki hizmetleri ve daha başkalarını yapabilmek için camilerin yanlarına farklı binalar yapmışlar ve hepsine ‘külliye’ demişlerdi.

 

Mescidler Kâbe’nin yeryüzünün her tarafındaki şubeleridir. Her biri Kâ’be gibi temiz, değerli, sadece Allah’a ait evler olmalı.  Onlar, şu kesimin, falanca şahsın, falanca siyasi rejimin değil; bütün İslâm ümmetinin vakfı ve dinî hizmet etmek için ve illa da sivil olmalı. En azından İslâmı anlatmada sivil kalmalılar.

       

Camiler, müslümanların kimliği, desteği, sığınağı, barınağı, ifadesi ve gözbebeğidir. Onlar, varlığımızın isbatı, İslâmı hür bir şekilde yaşayabilmenin sembolü ve ilâhî nurun indiği yerlerdi. Kur’an şöyle buyuruyor:

 

Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerdenolmalarıumulanlarbunlardır.”(Tevbe, 9/18)

 

Bu imar, sadace yapısını imar, cami yapma diye değil; oraya cemaat olma, gönlü mescidler ebağlı kalma, islâmî kişiliğe orada kavuşma, onları hayatın ve toplumun merkezine yerleştirme, takva şuurunu orada alma şeklinde anlaşılmalıdır.

 

Dipnot

 

1- el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 328. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/125)

 

2- ez-Zuhaylî, V. el-Fıkhu’l-İslâmiyyu ve Edilletuhu; 1/701

 

3- Müslim, Salât/215, 225 no: 1083, 1093

 

4- el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 328

 

5- Heyet, Kur’an Yolu, 4/18

 

6- Bakınız: Taberî, Tefsir, 12/703. el-Hâzin, Muhammed b. İ. Tefsir, 4/476.Kurtubî, el-Câmiu lil-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/277. İbni Kesir, Muh. Tefsir, 1/300. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 9/496)

 

7- Heyet, Kur’an Yolu, 2/409

 

8- Taberî, Tefsir, 8/34-38. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 5/286-291

 

9- el-Hâzin, Muhammed b. İ. 3/123. Mukâtil b. Süleyman, Tefsir 2/250. Heyet, Kur’an Yolu, 2/407

 

10- Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/275

 

11- Kurtubî, el-Câmiu lil-Ahkâmi’l-Kur’an, s: 1/280. el-Hâzin, Muhammed b. İ.  2/194

 

12- Heyet, Kur’an Yolu, 2/410

 

13- Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 4/33. Ebu Bekr el-Cezâirî, Eyseru’t-Tefâsir, s: 518

 

14- Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1198

 

15- TDV Meali âyet açıklaması,s: 572

 

16- Müslim, Mesâcid/4 no: 1165. Tirmizî, Siyer/4 no: 1553. İbni Mâce, Teyemmüm/90  no: 567

 

 

 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul